Tarihin derinliklerinde serpili kalmış, hayata küsmüş bütün
güzellikleri gün yüzüne çıkarıp, bir halkın oluşumunda katık yapanlara
ilk yurtluğunu sunanların meskeninde dünyaya geldi. Güzelliğin,
direnişin, hareketin, bir halkın yüreği olan o kutsal topraklardandı.
Özgürlüğün, aşkın yayıldığı yüreklerin mesken eylediği o yerde ilk
adımı attı, ilk kelimeyi söyledi, ilk orada güldü, orada ağladı. Orada
arkadaş edindi, orada oyunlara katıldı, orada acılarla, anaların göz
yaşlarıyla karşılaştı.
Ezilmişliğe, baskıya, işkenceye, faili
bilinen cinayetlere karşı ilk orada öfke duydu, özgürlük aşkı, özgürlük
arayışı orada sardı tüm bedenini. Orada karar verdi özgürlük savaşçısı
olmaya.
Ve ilk veda....
Özgürlük savaşçıları, düşünceleri,
yaşamları, savaşlarıyla Kürdistan'da girmedik aile, girmedik ücra köşe,
elini uzatmadık kuytuluklara sinmiş mekan bırakmamışlardı. Bir bir
bütün ocağı tüten evlere, yüreklere konuk olmuşlardı, hatta ocağı
tütmeyen evlere sıcaklıklarıyla yaşam getirmişlerdi. Konukluğa giderken
ellerine umutlarını ve aşkı almışlardı. Umutlarını, yüce amaçlarını
beraberlerinde götürmüşlerdi. Bunları o kısa hayatlarının en kutsal
hediyesi olarak sunmuşlardı her yere. Bu yüzdendi konukluklarının
benimsenmesi, değer verilmesi, onlara biat edilmesi.
tek tek
açılan kapılar, geçmişin hüznüne çakılmışlığı bırakıp düştüler
onurlarının peşine. Sonuna kadar inanarak, her koşul altında onların
yanında yer alarak, yüreklerinde onlara en büyük yeri vererek,
bağlanarak kapılarının eşiklerini adımlarıyla kutsallaştıranlara
tutundular.
Onlara kenetlenip, kaygısız, hesapsız, sağa sola
bakmadan ardı sıra yürüdüler. Özgürlük savaşçılarını sahiplenmekten
çekinmediler, kendilerini en zor koşullarda çıkarsız feda etmekten geri
durmadılar.
Kutsal topraklarda, güzelliğin nehrine karışan bir
damla su bile olmak, o topraklarda yaşayan hayatının baharındaki
insanlar için kafiydi. Her genç, hatta her çocuk dağların görkemine
kavuşmayı, en masum hayali olarak yüreğinin baş köşesine asardı. Her
biraz da olsa özgürlük bilinci edinen, özgürlük arayışını derinliğine
içinde hisseden, büyük bir özlemle dağları kucaklayabilmeyi beklerdi.
Dağlar özgürlüğü kucaklamanın meskeniydi. O da küçük yaşlarındayken
evlerine konuk olanlarda tanıdı aşık olmayı. Sıklıkla kapılarından
içeri girenler, Ona geleceğini taşımışlardı, bir geleceğin duvarlarının
nasıl örüleceğini bütün samimiyetleriyle sunmuşlardı.
Ailesi, kısa
zamanda konuklarına ısınmış, aralarındaki yabancılığı kaldırmış,
onlarla bütünleşmişti. O da ailesi gibi tutkuyla sevmişti onları.
Hızlıca, tez elden onlardan biri olmak istemişti. Hayat, buralarda ne
kadar erkenden de büyütse çocukları, evlerine gelen konuklar daha
beklemesi gerektiği söylüyorlardı, henüz küçüktü o aralar Ailesi, kısa
zamanda konuklarına ısınmış, aralarındaki yabancılığı kaldırmış,
onlarla bütünleşmişti. O da ailesi gibi tutkuyla sevmişti onları.
Hızlıca, tez elden onlardan biri olmak istemişti.
Hayat, buralarda
ne kadar erkenden de büyütse çocukları, evlerine gelen konuklar daha
beklemesi gerektiği söylüyorlardı, henüz küçüktü o aralar. Yaşamın
bütün acımasızlığına rağmen O, çocuktu ve hiçbir şeyin bu gerçeği
değiştirmesine gücü yoktu.
Konukları büyü, güçlen, bilinçlen,
sonra gel diyorlardı. Ama yüreği yangın yeliydi Onun. Yüreğine özgürlük
sevdasının kıvılcımları düşenler duramazlar artık kaldıkları yerde,
gitmelidirler. Gidinceye kadar geçirdikleri her an, sadece ve sadece
özlemle, hayallere doludur
Gidinceye kadar her alınan nefes göğüs
kafesini zorlar. Onları bu azaptan tek şey kurtarabilir, özgürlük
mekanına gitmek. Başka hiçbir şey dindiremez yürekte başlayan bu sevda
ateşini. Bunu bilerek almamışlardı konukları. Hepsi bu duyguyu yaşamış
insanlardı, ama yine de büyümesi gerektiğini söylüyorlardı. aşamı
ilerledikçe sevdasını büyütecek, bilinçle buluşturacaktı. Gelecek
yıllarla yüreğindeki coşkuyu, heyecanı görkemli dağlarla
buluşturacaktı...
Çocukluğunun izlerini, Farqin'in dar
sokaklarını, derme çatma soluksuz pencereli yıkılmış evlerine,
delikanlı mekanlarına taşırmıştı. Tutucu akşamların korkulu
sokaklarında, küçüklüğünün köyünde sessiz sedasız gelip kalbine
yerleşen o yiğit insanlara benzeyenleri bulmuştu.
Siyasi abe'leri
takip ederek salınmış, gelişmişti. Yeni yeni buluğ çağına gelenler,
onun iki üç eksiği yaşlarda olanlar özenerek mahallenin köşe başlarını
mesken eylerlerdi. Tek kanunları harbilikti. Söylerse yapar, yaparlarsa
söylerlerdi.
Kendi gerçekliklerinden başka hiçbir şeye boyun
eğmeyen mert delikanlılardı. Onlarda bir tek siyasi abe'lerin sözü
geçerdi. Bu delikanlıların satırlarının ucu bir tek Apoculara
dönmüyordu. Siyasi abe'leri gördüklerinde yollarını değiştiriyor,
kendilerinden kaçıyorlardı. Onları gördükçe geçmişleri gözlerinin
önünde canlanıyor, utançları karşılarına çıkıyordu. Apocuların büyüsü
harbi delikanlıları köşeye sıkıştırıyordu.
O da abe'lerine
bakarak, onlara özenerek büyüdü. Onlar gibi sevdi, onlar gibi ilgi
duydu, silahını kuşandı. Qırıx'la, Quto'yla, Siyasi Abe'lerle yetişti.
Kasaturasını, satırını belinden hiç eksik etmedi. Apoculara gelince,
"eyvallah" demesini bildi.
Onların başının, gözünün üstünde yeri
vardı. Nitekim onlar daha harbiydi. Bükemediği bileğe saygı göstermek
delikanlılığın raconundandı.
Çarşının, mahallenin araba kabul
etmez caddelerinde hükmünü süren delikanlılık ser olsa da, ilk göz
ağrısı köylerine gelen davetsiz misafirleriydi. Gönlünü ilk onlara
kaptırmıştı. Mertliğin en kralı onlardaydı. Zaten ondandı "eyvallah"
demesi. Asi ve maceracıydı, haksızlıklara hiç mi hiç tahammülü yoktu.
Küçük yaşta ailenin büyük çocuğu olmanın sorumluluklarını hissetmişti.
Evin aşına katkı sunması gerektiğini biliyordu. Çokça çalıştı, emeğini
örgütledi, alın terini akıttı. O çağlara hangi işi sığdırmıyordu ki?
Kah
pazarda satıcılık, kah lokantalarda garsonluk, kah gurbet ellerde
çalışmışlık, kah inşaatlarda küreğe yüklenme... Her işi yapıyordu,
zaten bizim topraklarda iş seçme gibi bir lüksümüz hiç olmadı. O da bu
yaşam koşulları içinde olgunlaşmış, yaşamın dilini öğrenmişti.
Kendi
emeği ile kendini bulmak, sorumluluklarının üstesinden gelmek, O'na
bilinç getirmişti. Kuraldı, delikanlıların görüntüsü sert, yüreği yufka
olurdu. Her delikanlının bir davası (yari) olurdu. Daha on altısına
varmadan, O'nun da olmuştu platonik bir sevdiği. Günlerce sessiz
sedasız hiç açılamadan dolaşmıştı peşinde.
Sonunda platonik
davasıyla nişanlanmış, başka bir yükümlülüğün altına girmişti. Bu
acımasız hayatta bir seçim yapmak zorundaydı ya Apoculara katılacak,
yıllardır özlemini bütün yakıcılığıyla hissettiği dağlara vuracaktı
kendini ya da sevdiği kızla evlenecek kaybolacaktı bu yaşamın içinde.
ez_agirim> Acılı coğrafyanın ağıtlarını halaylara, zılgıtlara
karıştırarak göğü yakalamaya kalkışması önünde duran bütün tercihleri
bire indiriyordu. İbre, halka, özgürlük güneşine doğru dönüyordu.
Hele
hele çağdaş Kawa'nın bahara özgürlük yükleyen gününde surlarla çevrili
direnişin kalesinde kalabalıkların yeryüzünü, gökyüzünü zapteden
muazzam coşkusuyla karşılaşınca kararını vermiş, yönünü dağlara
dönmüştü.
O dağlar ki, çocukluğunun isteyip de ulaşamadığı yegane
yerlerdi, ilk göz ağrısıydı. Şimdi büyümüştü, artık kimse O'na daha
büyümen gerek diyemeyecekti.
2001 yazının kavuruculuğunda Dersim
dağlarında merhaba dedi hayallerine. Özgürlük mekanının havasını derin
derin çekiyordu ciğerlerine. Büründüğü sertliği, onu görünce tuz buz
olduğu sevdiği kızı, yani davasını, geçimini sağlamak zorunda olduğu
ailesini bırakıp gelmişti. Küçük aşkını büyük aşkına adak vermişti.
Katılır katılmaz, sanki yıllardır birliktelermiş gibi yoldaşlarıyla
bütünleşmişti. Hemencecik pratiğin akıcılığına kendini bıraktı. Emeği,
coşkusu, uyumuyla kısa zamanda arkadaşlarının sempatisini kazandı.
Kaygısızca, temiz duygularla katılıyordu kutsa
Newrozun görkemli
coşkusuna ancak böyle cevap verebilirdi. Onun yakıcılığıyla pratiğin
yorgunluğuna aldırış etmeden, nefesini büyütüyordu. Zaten silaha
yabancı değildi. Silah her zaman O'nun arkadaşı, parçası olmuştu. Sıra
onun yöneleceği hedefi bulmaktaydı. Eğitim görüyor, aydınlanıyordu.
O
zamana kadar duygularıyla, gördükleriyle, duyduklarıyla kendini
eğitmişti. Okumamış yazmamıştı; harfler, cümleler O'na yabancıydı. Bunu
sıkıntı etmeden, o sene insanlığa mal olan savunmaların kollarına
bıraktı kendini. Ağır gelse de anlamaya, özümsemeye çalışıyordu. Gücünü
aşırı zorlayarak, bir kelime bile öğrenmeyi kazanç sayıyordu. Pratiğe
çıktığında bilinç ve tecrübe anlamında daha güçlenmişti. Kimliğine,
içinde saklı olan, hızından hiçbir şey kaybetmeyen hayallerine her
geçen gün daha fazla sarılıyordu
Zamana yeniden doğarak, daha da
aydınlanmış, kökleriyle buluşarak katılıyordu. Serdeki gençlik, aman
vermez zorluklar karşısında Apoculuk ile buluşunca, zapt edilmez
oluyordu. Her tarafa koşturuyor, üzerine düşen her görevi büyük bir
coşkuya yerine getiriyordu.
Önderliği, halkı için çalışmayı
muazzam bir görev kabul ediyordu. En önde yürümek, Onda bir tutkuydu.
Dersim'in sık ormanlarını, isyancıya korunak olan arazisini hep en önde
arşınlıyordu.
On yedisini bitirmeden defalarca badireler
atlatmıştı. Kürdistan'ın tüm acıları erken karşılayan çocuklarının
olgunluğuyla düşmana göğüs germişti. O da atılmıştı düşmanın üstüne.
Her eylem planlamasına coşkuyla katılıyor, en önde olmak için öneriler
sunuyordu.
. Bir süreden beridir yoldaşlarıyla birlikte amansız
bir çalışmaya girişmişlerdi. Her günleri, her anları düşmanla iç içe
geçiyordu. Zaman karşıtlıkları iç içe olmaya zorluyordu. Onlar düşmanı,
düşman onları kolluyor, birbirinin açığını arıyorlardı. Fırsatı ele
geçiren, duraksamadan saldırıyordu.
10 Ekim günü Bozovalı güleç
yüzlü Dıjwar (İbrahim Halil Bilkan), Diyanalı sessiz Rubar (Ramazan
Seydin), Afrinli olgun Çeknas (Hasan Ömer)'le hummalı bir çalışmayla
geçen gecenin gündüzüne tez yetişmek için yola koyulmuşlardı.
Yorgun
bedenlerine dinlenme fırsatı vermemişler, bitirilmesi gereken bir işin
peşinde koşuşturma içerisine girmişlerdi. Uzun süren bir çatışmanın
ertesinde tüm aşklarıyla, umutlarıyla zaferi
yaratmışlardı. Son
mermilerine kadar direnmişlerdi dur durak bilmeden. Bilgeç'in ormanlık
kuytuluklarında saatleri alan derin bir çatışmanın sonrasında 4
özgürlük savaşçısı son nefeslerini vermiş, kalanların yüreğine kutsal
bir nakış gibi işlenmişlerdi.
Heeey Farqin'in harbi delikanlısı, seni ve yoldaşlarını unutmayacağız, anınız önünde saygıyla eğiliyoruz.
Mücadele yoldaşları adına